24 Aralık 2014 Çarşamba

Başarmışsın her bi bk..u da sevememişsin be dostum!

Yıllar geçti
Sevmedin mi hala?
Sevebileceğin birisi mi yok?
Geç canım onu!
Sevemedin mi hala gerçekten
Derdinin farkında değilsin
Hastasın bilmiyorsun
Amansız hem de
Sevemiyorsun!
Kalbin gerçekten atmıyor
Sadece kendince çalışıyor işte
Yıllar geçmiş de hala sevememişsin
Gerisi boş, boş hakkaten
Başarılarım dediğin şeyler
Kibrit misali bir hikayeden ibaret
Sevememişsin be dostum
Tek suçun bu!
Ama ömür boyu hüküm giydiren!

Leyla'yı değil de kendini ara!

Leylasına kavuşmak isteyenler
Daha çok beklersiniz
Hayal imiş Leyla
Hala farkında değil misin?
O dağı delmeler filan
Edebiyat işleri
Mecnun deli
Sen akıllısın
En azından öyle biliriz
Leyla da kim, keşfedilmeyi bekleyen
Kendin yarattın kendin büyüttün
Onu
O küçük ruh oldu bir Leyla
Ara, hep ara
Hikayeden işler
Karışma
Kendini ara
Kim olduğunu bile bilmeyen
Bir zavallısın
Aramaktan, düğmeye basıp
Aydınlatmaktan aciz
veya korkak
Ara kendini, kimsin nesin
Onu bile blmiyorsun
Veya ödün kopuyor
Leylanın seraptan ibaret olduğunu
Anlayacaksın ya
Veya hödük olduğunu!

27 Kasım 2014 Perşembe

Geçiyor işte!

Otursan da koşsan da geçiyor zaman
Akıyor nehir denizlere doğru
Döküyor yapraklarını en sevdiğin çiçekler
Kovalıyorsun yarını hep, bir sonraki bir sonraki
Diyerek
Geçiyor işte zaman hayıflanarak
Dertli de olsan mutlu olsan
O hep geçiyor işte
Ne üzmeye ne üzülmeye zaman var
Diyerekten kızsan da
Olmuyor işte, bir şekilde geçiyor
En sevdiğin anlar anılarda kalıyor
Geçiyor işte
Bir şekilde, hep aynı
Aynı şekilde!
HS

22 Ekim 2014 Çarşamba

Tencereler yuvarlanır, kapaksan oturursun!

Sonu olmayan işlere girme diye o kadar tembihlemiştim aslında! Hep yaptığım şey alsında! Ancak tembihlersin kendine! Söz geçiremezsin, birçok şey için! Sonuna değil de başındaki heyecana kapılırız, öyle kaptırıveririz işte. Sonunu bilsen de cazip gelir . Pişmanlıklar fayda etmez. Her nedense başlarız hep başlarız. Daha da aramam sormam dersin. Ama yaparsın, bazen hatta pek çok kez saçmalar durursun. İşte kararsızsın sen! Veya suçlayamam seni! Karşına çıkmamıştır belki, yüreğini titreten, yerden yere vuran. Ne bileyim hayat işte. Kimileri şanslı veya öyle görünüyorlar. Öyle görünmeye devam mı edelim? Menfaat aşkı mıdır nedir? Ev borcunu birlikte ödüyorsundur, üzerime kalır filan mı diye dertleniyorsun? Ne bileyim herkesin bir nedeni vardır kendince. Uyuşamadık, aynı dili konuşmuyorduk, gözümden ne diyeceğimi anlıyamıyordu, beni taşıyamıyordu filan...Hep bencil işler. Sen onda eridin mi? Kaybettin mi kendini? Yoksa ben de kaybolsun, ben var olayım, hükmediyorum mu diyorsun. Boş işler vesselam. Tencereler yuvarlanır, kapaksan oturursun. Denk gelirse. Öyle istemiyorum ki! Yerden yere vursun, yerden yere vurayım! Ne kavuşalım ne özgür olalım! Ne bileyim dağlarda açan çiçekler gibi dokuya uygun olsun işte. Anahtar gibi kalbine uysun. Nasıl olacaksa işte.

17 Ekim 2014 Cuma

Mutsuzluğunu süründürme!

Neye isyan etmeli? Herkesin ayrı herkesin aynı sebepleri vardır. Çakışsa da inkar edilen sebeplere! Aynı yere çıkacağını bildiğin halde değişiklik olsun diye değiştirdiğin yollar! Kendimizi kandırdığımız durumlar, güya isyanlar! İsyan senin neyine! Öyle iş olsun diye olmaz bu işler. Yürek ister! Hani o yanında güzel kızlar olduğunda gösterdiğin ekstra testesteron durumları değil bu işler! Patlar elinde! Önünde iki yol var: herkesin inandığı yol, bazılarının inandığı yol! Diyeceksin ki herkes bazılarını içine almıyor mu? Almıyor da o nedenle onlar bazıları! Herkes gibi olmayacağım diye gereksiz çabalayan nalları olmayan eşekler gibi koşmaya çalışma! Kendin ol, kendince isyanını yaşa! Eşeksen eşek gibi ol, gözlerine kurban oldukları! hakkını ver eşekliğin. Gizemli görüneceğim, isyanım gizemli olacak romantik olacak gibi saçmalıklara sığınma! komik olma kısaca! Ne çektiysek seviyor gibi görünmekten değil mi? Göz yaşlarını gizlemeye çalışan salaklar gibi! Akıt be kardeşim, gözyaşının hakkını ver! Ne çektiysek sevmediğimizi haykıramamaktan değil mi? Süründürmek mutsuzluğu! İlla süründürdüğün mutsuzluğunu! Mutsuzluk bile bizden nefret etti o halde! İsyanın işte iki yüzlülüğe olmalı! Kendinle yüzleşmeli! Süründürme yüzsüzlüğünü! Söyle be kardeşim! Ne istiyorsan onu söyle! Anahtar orda işte! Belli etmenin yollarını arama, söyle be kardeşim! Daha da sesin çıkmıyorsa! Bi ziktir git!

11 Ekim 2014 Cumartesi

Seni seviyorum deyip de sevişmemek gibi birşey!

Fazla cesarete gerek yok! Belki zarar belki fayda sağlar, biraz belirsiz bir durum, ama her daim değil. Fazla korkuya gerek yok! Belki fayda sağlar! Ama çok şey de kaybettirir. Cesaret akıl işidir. Kuru gürültü cesaret değildir. Seni seviyorum deyip de sevişmemek gibi birşey! Aklına da güven duygularına da! Yol ver. Yerine göre yaşa, yerine göre ziktir et!

9 Ekim 2014 Perşembe

siz boşverin!

Bazen Ankara'da olmak istiyorum! Aslında çoğu zaman. Kalbimin yarısı o bozkırın ortasındaki kentte. Kentte derken taşında toprağında değil elbet. O biliyor. Aslında kalbimin tamamı orda oluyor çoğu zaman. Kararsız kalıyorum, üzülüyorum. Olsun o beni anlıyor, ilerde daha iyi anlayacak. Veya ben onu ilerde daha iyi anlayacağım. Yüzleşeceğiz. Ertelemiyoruz aslında. Bilmiyorum işte. Bildiğim şey onunla yaşamak istediğim! Ama bütün bunları siz boşverin. Benim hikayelerim, gerçek olanı!

Gelecek sana yapılan bahşişten ibarettir!

İyi anları iyi değerlendirmeli. Nasıl olsa yine olur deyip de ertelememeli. Geleceği bilemeyiz. Geleceğe hayallerimizi satmak hiç akılcı değil. Geleceğe umut bağlamak güzel de, umutları geleceğe ertelemek ayrı bir durum. Sevdiğini söylemeyi geleceğe erteleme! Geleceğin gözü kör! Umutsuz olma, ancak havale etme gözlerindeki pırıltıyı geleceğe! Akan nehrin nereye döküldüğünü merak etmen denizle son bulur. Umman yeni belirsizliklerin belirsizleştiği yerlerdir. Hayaller içinde hayaller yaratma. Açık ol, istiyorsan söyle, yap! Sağlıklı anlarını geleceğe erteleme. Süslü hayaller yaşam için lükstür. Güzel anlar! İşte o anları lütfen geleceğin kollarına erteleme! Gelecek sana yapılan bahşişten ibarettir!

Yanımda sen oldukça!

Dert etmiyorum! az şekerli dedim ama şekerli gelen kahveyi.
Dert etmiyorum! bekle bekle ve dolu gelen dolmuşu
Dert etmiyorum! üşenip de almadığım şemsiyeyi akşam çıkışında yakalandığım yağmurda ıslanmayı.
Dert etmiyorum! kötü geçen bütünlemeyi
Dert etmiyorum! cüzdanda bir kaç bozukluğun kalmasını
Dert etmiyorum! memleket hallerini
Dert mi yok!
Dert etmiyorum ki!
Derdim sen de değilsin! inanmamanı da dert etmiyorum
Derdim bende kalsın deyip de saklamıyorum
Dert mi yok! Dert etmiyorum ki!
Yanımda sıcaklığın oldukça!
Dert etmiyorum!
Gereksiz buluyorum, sen yanımda oldukça
Kalbinde var olduğuma inandıkça!

26 Eylül 2014 Cuma

Aşkını şarkılara havale etmişsin!

Olmayacak işleri şarkı olarak bestelemişler! 
Biz de ya dinleriz ya söyleriz!
Hayal eder
Duygularımızı şarkılara havale ederiz!
Sözle dokunuşlarla hissettiremediklerimizi,
O nedenle güzeldir şarkılar!

22 Eylül 2014 Pazartesi

...güzel sarılır...

...aşk kadını güzel dokunur, güzel yemek yapar, güzel sevişir, güzel güler, güzel seker, güzel yürür, güzel sırtını yıkar, biberi güzel kızartır, güzel tersler, güzel sarılır, güzel yanak sıkar, güzel fırça kayar, güzel bakar, güzel günaydın der, güzel siktir git der...

20 Eylül 2014 Cumartesi

Unut gitsin!

Tepeden aşağı doğru koşmaya başladım. Ayağımda bir yanı delinmiş bir ermenek ayakkabı. Aşağı doğru vurdukça çelimsiz bacaklarım altı terleyen ayaklarım kayıyor, parmaklarım eziliyor. Hava sıcak, ağustos böcekleri tiz nevadan ötmeye başlamışlar.Önüme çıkan büyük taşları atlayarak, kah sağa kah sola basarak koşuyorum. Neden kaçıyorum, neden koşuyorum ki diye bir taraftan düşünürken, bir taraftan da korkuyorum. Bedenimin sağından geçen yumruk büyüklüğündeki taş hemen az ilerime düşüyor, daha da hızlanmak için olanca gücümle çelimsiz bacaklarıma yükleniyorum. Aklıma neden güçlü olmadığım gibi şeyler geliyor. Dönüp karşısına dimdik durup göğüs gerebilecek kadar neden güçlü değilim? diye hayıflanıyorum. Ama korkuyorum. Hala kovalıyor mu diye merak edip arkama dönüp bakacak, duracak cesaretim bile yok. Önümden kaçan kertenkeleler, zıplayan çekirgeler, çoban aldatan kuşu! Hepsini çok sevdiğimi filan söylemek istiyorum, daha bir yakınlık kuruyorum onlarla. Başımın üzerinden geçen taş hemen önüme düşüyor ve bir kertenkeleyi parçalıyor. Başımı parçalardı bana vursaydı diye hayıflanırken ayağımda zaten gevşek duran ayakkabı çıkıyor ve bir ayağım yalın koşmaya devam etmek durumunda kalıyorum. Ayağıma batan dikenlerin haddi hesabı yok. Çelimsiz bacaklarıma bir de dikenlerin acısı eklenince iyice takatim düşüyor. Koşmaya devam ediyorum, korkudan, büyük korkudan. Bayır bitip bir yola dönüyorum ki, karşıdan bir adamın geldiğini hayal meyal hatırlıyorum. Arkadaki ses bağırıyor, İbrahiimmm, tut o çocuğu, sakın bırakma! Adamın dar yolda beni yakalaması çok kolay. Can havliyle kendimi yolun sağındaki tarlaya atıyorum. İri iri çaltı dikenleri ayakkabısız ayağımı parçalıyor, zaten yorulmuş bacaklarım artık zayıf bedenimi taşıyamıyor. Bir de üzerine bu çaltı dikenlerinin acısı, akan kanlar takatimi bitiriyor. Arkadan gelen ses devam ediyor, biraz daha yakından. İbrahiimmm tut, iyi yakala ha, bırakma! Sekmeye başlıyorumi hızım iyice azalıyor, nefes nefese kalıyorum. Artık aklımdan neler geçiyor neler. Yiyeceğim tokatlar, belki yumruklar, tekmeler. Önümden geçen kertenkeleye bakıyorum ve ona dönüşmek istiyorum. Ayağıma batan çaltı dikeni olmak istediğimi de hatırlıyorum. Ama yığılıp kalıyorum. İbrahim denen adam sıkıca beni yakalıyor ve bağırıyor; bırak beni diye yalvarışlarım kar etmiyor. Yakaldım gel gel! diye sesleniyor. Ölmek istediğimi filam hatırlıyorum. Beni teslim etmese, karşı koysa diye İbrahim denen adama yalvarırcasına bakıyorum. Aklıma ayağımdan çıkan ayakkabı geliyor, ayağıma bakıyorum kan revan içinde kalmış. O sevmediğim lastik ayakkabı gözümde o kadar değerli hale geliyor ki. Bi çıkmasaydı ayağımdan diye hayıflanıyorum. Beni hayatta yakalayamazdı diyorum içimden. Teslim oldum. Sinirimden mi korkumdan mı bilmem, diğer ermeneği de ayağımdan fırlatıp attığımı hatırlıyorum. Kolumdan tutan gücün beni yere çarptığını, sürüklediğini hatırlıyorum. Neden sevmiyor da dövüyor diye filan şeyler aklımdan geçiyor. Tepeye doğru sürüklenirken ayağımdan çıkan lastik ayakkabıyı az ilerde görüyorum. Herkes için, dışardan bakan için sıradan birşey aslında benim halim filan gibi şeyler düşünüyorum. İçimdeki çelişkiler öyle başlıyor işte. Sevilmek isterken kolumun kırılırcasına çekiştirilmesi, başımın üzerinden geçen öldürücü taşlar filan. Hep çelişkiler var. Başkaları için taştır sadece. benim için kalbime saplanan ucu zehirli hançer gibi. İşte zaman geçiyor, konuşamıyor söyleyemiyorsun. İşte zaman geçiyor o lastik ayakkabılar aklına geliyor insanın, saçma bir şekilde. Dağ bayır çaltı dikeni karşına çıktığında işte öyle sağından solundan geçen "sevgi" taşları geliyor insanın aklına. Saçma sapan şeyler işte. Unut gitsin. Ah o lastik ayakkabı çıkmasaydı ayağımdan. Ah bacaklarım neden çelimsizdi ki! Çocukluk halleri işte deyip geçemeyiş kocaman bir çelişki oluşturur kafanda. O bişey değil de sevilmekten çok dövülmeyi hatırlamak bazen çok koyuyor insana!

19 Eylül 2014 Cuma

Uzaklardasın!

Hep sen varsın!
Işıklarda
Kuytularda
Hep uzaklarda
Sen varsın!

Aşk acıtmaz!

Aşk acıtmaz aslında! Aşkı acı yapan bizim egolarımız.
Günahsız sevapsız, utanmasız yaşanırsa saf olur
İşte o zaman çarpar!
Hani o istediğin çarpılmadan
Acıtma ki aşkı yaşayalım
Hakkını verelim!
Aşkı sev ki sevgin belli olsun
Dertlendirme, neşelendir ki
Ruhu coşsun!

17 Eylül 2014 Çarşamba

Bostan korkuluğu olmak istiyorum!

Bazen yaşamda hayatı sıfırlamak isteyen yok mudur?
Baya bostan korkuluğu gibi olmak ve yeniden kendini tazelemek.
Acıların kahırların hatta güzel hatıraların formatlandığı bir bostan korkuluğu!
Terketmek!
Kısır döngüleri!
Saçmalıkları!
Sendromları!
Bostan korkuluğu olmak isteyen yok mu?
Herşeye yeniden başlamak isteyen!

Ah yar!

Ah yar!
Sevdiğini söylersin de bana belli etmezsin!
Bu ne haldir, ne acımasızlıktır!
El aleme söylermişsin
Benim de kulaklarım var
Gözüm var görür
Ah yar!
İnadı bırak
Ne söyleyeceksen söyle
Ne yaşayacaksan yaşa
Ben bilmedikten sonra
Hayallere terkettikten sonra
Ah yar!
Benimle oynar mısın nedir?
Ne vazgeçtiğin ne de sevdiğin belli!
AH belli et de kurtar bu ızdıraptan!
Ah yar!

13 Eylül 2014 Cumartesi

Yalnızlık işe yaramıyor!

Yalnız mısın?
Duyamadım! Yalnız mısın?
Öyle söylemek kolay olmuyor değil mi?
Hele de gecenin bu saatinde!
Görmüyor musun, ne sorup diyorsun gibi bir halin var?
İtiraf edelim dostum!
Söylemek zor oluyor değil mi?
Her halimizden belli olsa da!
Yalnızım demek zor oluyor!
Git işine be kardeşim
Beni hiç yalnız gördün mü şeklinde
Söylemelerimiz de sıkça olmuyor değil
Evet sıkça görüyorum birileri var yanında
Yüzün güler gibi
Mutlu gibisin
Yalnız değilim diye gözümüze sokar gibi
Davranıyorsun
ve bunun zalimce farkında olarak
Sokaklar dop dolu insan doludur bilirsin
İstiklal, Karanfil, Kordon gibi yani
Bilirsin
Kimi gülerek kimi yere bakarak, sağa sola bakarak
Gezer durur bilirsin
İşte ben de oralardayım
Aynı anda Karanfilde, İstiklalde olabiliyorum
Ne var ki bunda
O kalabalıklar arasında yalnızsan
Yerin bir önemi var mı?
Hadi itiraf et dostum
Hergün yanında birileri güya olan dostum
Sen o sokaklarda değilsin
hani gideyim de Anadolu'da sakin bir yere yerleşeyim filan,
hayalleri var ya!
Sen oralardasın oralardayız!
Hani kalabalık az olunca
Yalnız olmayacağız, çaktırmadan
Ne bahaneler uydurdun
Hastayım dedin
İşim var dedin
Yan gelip yatmadın mı?
Dostun aradığında
Öyle olmuyor işte, kıç devirip yatmakla olmuyor be dostum
Yalnız olmak için daha çok çalışmalısın
Daha kalabalık yerlerde yalnız oturup
Kendini sinek gibi hissetmelisin
Yani diğerleri de çok farklı değil gibi düşünerekten
Öyle olmuyor işte
Yalnız olunmuyor
İşe yaramıyor
Ege'de sakin bir sahil kasabası filan
Ne kadar genç insan gördün ki orda
Zaten yalnızken daha da yalnız olmaya gidenler filan
Yalnız olunmuyor
İşe yaramıyor be dostum!




Mızrabınla dokun bana!

Mızrabınla dokun bana
Hangi telimi istersen ona dokun!
Sakın ellerin değmesin
Mızrabın tınısı ve
Melodisi dokunsun!
Ne nefesin ne tenin
Ağır gelir bana
Bir kaç nota kaldıracak kadar
Gücüm kaldı!
Seç, öyle dokun telime
Öyle bir seç ki
Ne seni yorsun ne beni
Öyle bir dokun ki
Ne hicaz ne segah
Yeni bir makam olsun
Öyle dokun
Öyle dokun mızrabınla
Hissetme, istesen de!
Melodisi dokunsun
Sadece melodisi
Bir kaç nota kadar
Dokun yeter!

11 Eylül 2014 Perşembe

Dertleri biz yaratır biz yaşarız!

Bazen öte vurursun beri vurursun çıkamazsın işin içinden. Kafan davul gibidir, nice aspirinler hak getire. Yaşam kendine hiç gülmeyecekmiş gibi, artık neşenin kendin için bir hayal olduğunu filan düşünürsün. Zor zamanlardır. Kabul. Böyle durumları çoğu zaman bir fırsat olarak düşünürüm. Toprağa düşen bir tohum gibi hani. Zemheri soğuklarına, şiddetli yağmurlara dayanmak durumunda olan bir tohum gibi. Baharı bekleyen. Filiz vermeyi, çiçeklenmeyi, gülmeyi bekleyen. Geçer elbet dersin. Bu da geçer. Sık sık kafa hep oraya gider ama sen boş vermeye çabala. Dağıt kafayı. Ortamdan uzaklaş. Derdin bin türlüsü varsa neşenin daha fazla sebebi var yaşamda.
Yaşam neşe üzerine kuruludur.
Derdin hiçbir canlıya faydası yok gibidir. Ancak dertleri fırsata çevirenler hayatta kalır, yaşama bağlanır. Biz aslında toplum olarak dertlerde neşeyi bulmayı başarmışız. "Çile bülbülüm çile"  derken neşelenen kaç toplum var? Derdi tiye almayı da öğrenmek gerek. Olabildiğince tabi. Olacak var olmayacak var.
Yaşam neşe üzerine kuruludur.
Dertlenen değil de hep neşelenen insanları etrafımızda görmek istememiz bu nedenledir. Oynaşan çocuk hayvan her neyse bize hep daha sevimli gelir. "Bugün kafam çok bozuk ya" lafını söyleme. Hani söylesen de ancak kendin duy. Etraf yeterince dertli zaten. Bize neşe lazım. Sızlanma değil.

Aşık olan bizde nedense hep dertlenir. Aşkın neşelisi daha bir aşktır. Dertlisi bana lazım değil. Belki sana da lazım değildir.
Dedik ya yaşam neşe üzerine kuruludur. Dertleri biz yaratır biz yaşarız.

10 Eylül 2014 Çarşamba

Kantar ve domates!

Soranlar oluyor. Ya hocam sen memleket meselelerinden filan bahsederdin. Bazen siyasete dalar söyleyemediğimiz şeylere temas ederdin. Şimdi ne oldu? Kestin o sözleri filan diyenler oluyor.
Bazen olur ki kendi sevdalarımız, kendi dertlerimiz, kendi keyiflerimiz herşeyin ötesine geçiyor. Bir de sevgili dostlar, herşeyin ayarının kaçtığı bir zamanda yaşıyoruz. Kantar bozuksa tartılan domatesin kabahati nedir? Niçe gibi olmayacağız elbet, amma velakin sevdalar hep yüce, dertler hep yüce, keyfini sürmek bana yüce. Nesimi'nin işaret ettiği gibi; sevda da benim dertler de benim, keyifler de benim kime ne. Velakin tarifi isteyene verebilirim. Amma ayarı kaçmış bir kantarla tartılan domates olmak istemiyorum bu ülkede.

Sözlerinin anlamı!

Söyleme! Söz etme dedikçe kulağımın en hassas yerlerini bile rahatsız eden ses  dalgaların. İşte o cümleleri, işte o cümlecikleri hep yaşamım boyunca duymak istememişimdir. Ama bak! İşte geliyor, işitiyorum, sağır bile olmayı istiyor insan bazen. Bazı sözler insanı mutluluktan uçururken bazı sözleri duyunca ölmeyi bile isteyebilirsin. Sözlerin ayarı yoktur. Vardır da fiziksel olarak bir ayarı yok. Şarkıda "Sevmiyorum seni artık, gözlerimi geri ver" derken nasıl bir davranış göstereceğine şaşırırsın.
Sözlerle söz verilir, sözlerle yalanlar söylenir. Sözün kendi içinde ayarı yok, beyninden geçerken değil de kalbinden süzülürken anlamlı hale gelir. Daha doğrusu sözü işiten karşındakinin kalbinden süzülürken. Beyinden geçeni duyarsın da çoğu zaman kalpten geçeni işitmezsin. Gerçek cevabı gerçek sözü işte o zaman gözlerde ararsın. Bakışlarda, dokunuşlarda ararsın. Bugün sen de bir şeyler var derken, kastettiğin işitmediğin şeylerdir. İşte bazen kulak zarın patlarcasına işitmek isterken bazen de hafif tonda söylenmiş söz için, kalbi fena yaraladığı için sağır olmak istersin. "Sözün bittiği yer" derken işte işitmek istemediğin artık dokunmak istediğin veya sırtını dönüp gittiğin anlar demek oluyor. Söyleme derken, bazen çok sevdiğini bile söylemesini istemezsin. Bu yetmez çünkü. İşitmeyenler sevemez mi? Kalpleri dağlayan sözlerin sağır olsaydım acaba benim için ne ifade ederdi? Veya sen bunu nasıl hissettirecektin bana? Yaşamda söylediklerinin bir yere kadar değeri/değersizliği var. Duyan kulakla, kalpte yansıması ayrı şeyler oluyor çoğu zaman. Ne söyleyeceğini tahmin edersin de ağzından çıkmasını istediğin çok durumlar yok mu? Sözün özü, sözün ayarı değil de karşıdaki kalbe hitabı, onda yarattığı duygulara vereceği ayar çok daha önemli oluyor yaşamda. O nedenle "seni seviyorum" demek kolay olmuyor. O nedenle "herşey buraya kadarmış" kolay denmiyor.

8 Eylül 2014 Pazartesi

İki yarımdan bir tam çıkmaz yaşamda!

Yaşamda en ilgi çeken durumlar "yarım kalan, eksik kalan" şeylerle ilgilidir. Tamam değildir çünkü.  Hep tam olacak diye başlarız çoğu zaman, ama yarım kalan-eksik kalan çok şey olur. Ama çoğumuz bu eksik yarım kalma durumundan bir çeşit keyif alırız sanki. Yaptığımız herşey tamam olsaydı yaşam çok mu sıkıcı olurdu? Her işimiz yolunda gider, makineleşir miydi? Her canlının her nesnenin bir ömrü olduğu gibi bir çok işin de tamam olmaya yetecek ömrü zamanı olmuyor sanırım. Yarım-eksik kalması gerekiyor gibi. Bunu en çok da duygularımızda yaşıyoruz sanki. Yarım kalan aşklar sevdalar üzerine yazılmış onca yazı-şiir bestelenmiş onca şarkı türkü var değil mi? Güya "tamam" olan aşklar sevdalar üzerine yazılan çizilen bir durum olmuyor. Duygularımızın en hassas komalarına eksik-yarım kalan böylesi durumlar basabiliyor. "Tamam" olan aşklar sevdalar kendisini bile unutuyor, tekrarlara ve alışkanlıklara, belki de kabullere dönüşüyor. Anlamsızlaşıyor. Tamam dediğimiz şeyler ömürle ellerimizden alınıyor, bir türlü tamama eremiyor. Eksik kalanlar genellikle acılar denen yeni eksikliklere yol açıyor. Veya bir yeni tamamlanma mücadelesi başlatıyor. Öyleyse yaşamda "tamam olacak" diye pek bir şey yok. Eksik kalmaları olabildiğince kabullenmeli miyiz bilmiyorum? En iyisi bırakalım da eksik eksik yarım yarım yaşayalım. Yarısından keyif almayı, acıları yeni eksiklere dönüştürmeye bakmalıyız. İki eksikten, iki yarımdan bir tam çıkmaz yaşamda.

Her hikaye tamamlanmak zorunda değil ki!

Nedensiz ağlamaların değil de
Nedensiz gidişlerin çok zordu
Ben hep gamsız, kedersizdim
Öyleydi sanki sencileyin
Ağlayan sen
Sessizce gizlice ağlayan ben
Ama kalan hep bekleyen
Sevilenlerin esamesinin okunmadığı
Kuşların bile ziyaret etmediği
Solgun bir bahçeye çevirdin
Hikayemizi
Nedensiz öpücüklerin değil de
O içten bakışlarını unutmak çok zordu
Konuşulacak birşey kalmadı
Dediğinde
Dilimin tutulduğunu
Kulaklarımın uğuldağını
Bilmedin
Söyleyemedim ki!
Hikayemiz en heyecanlı yerindeyken
Çekip giden sen
Ama nedensiz
Bana göre tabi
Senin nedenini bilmeden öylesine
Öyle ya her hikaye tamamlanmak zorunda değil
Nokta koyulan kaç aşk var?
İşte bir hikaye daha yarım kaldı
Birgün birleştireceğim desen de
Olmuyor işte hepsi kopuk kopuk oluyor
Bizden gayrısı okuyor hikayemizi
Nedensiz bir şekilde okunan
Paramparça hikayeleri birleştirmeye
İlikleştirmeye çalışıyorlar
Nedensiz bir şekilde!

7 Eylül 2014 Pazar

Geceleri severiz!

Geceleri severim! Ekmek almak yoktur! Su elektrik faturalarını yatırmak yoktur. Simitçi de geçmez amma, trafik de yoktur. Ya yalnızsındır ya da sarılmışsındır! Sevgiliye, kediye, yastığına! Uyku tutmamış olsa da hayaller vardır gündüzde olmayan!
Birçok insanın üremesi engellenmeli. Boktan bir yaşamdam boktan bir yaşam doğar. Yalandan bir yaşamdan yalan bir yaşam olma olasılığı çok yüksek. Hani çeşitlilik te bu kadar da değil!

Perde!

İçimde bazen acılar denizi oluyor, bazen neşeler saçıyor gönlüm!
Perde diye seslenirken seyirci, açacağım hangisi diye çoğu zaman şaşırıyor, içime kapanıyorum!

Hikayelerimizde belki figüranız!

İnsanlar neden beni anlamıyor? Çoğu zaman sorarız kendimize. Çünkü pek çok insanın umurunda değiliz. Neden olalım ki? Hikayen kaç kişiyle çakıştı, ortaya bir hikaye çıktı? İnsanların tamamı seni beni anlasalar, ilgilenseler, umurlarında olsa ne olacak? Karıncaların ayak seslerini duymak istermiydin? veya pirenin zıplama sesini? Kafayı böyle şeylere takmamak lazım. Hikayede seninle önemli roller üstlenmiş insanlar bir şekilde anlar bizi. Anlamıyorlarsa anlatamıyoruz belki. Yaşam hikayeye giren oyuncu sayısının artışıyla güzelleşmiyor. Hikayemizi paylaştığımız sevgili insanların güçlü oyunlarıyla güzelleşiyor. Hem bizim için figüranlar var hikayelerimizde, hem figüranız başkalarının hikayelerinde!

Yine başladım işte

Yine erken başladım
Oysa söz vermiştim
Özlemeyecektim, duramadım sözümde
Özüm böyle değilmiş bilemedim
Kendimce kendime söz geçiremedim
Anlatamadım kendime halimi
Yine erken başladım
Şikayet etmeye kendimden
Yapmayacaktım
İnanmıştım buna
Aslında şikayet değil de
Yaptığım
Senden yana, içinde hep sen varsın
Olan biten bu
Benimle doğrudan ilgisi olan şeyler
Yine erken başladım
Düşünmeye, kafayı sıyırmaya
Yapmayacaktım
Hangi arada söz vermişsem kendime
Öyle alışkanlık olmuş işte
Senden yana olan şeyler var
Bilirsin, en azından hatırlarsın
Sözüm kendime aslında
Senden yana da olsa kendime
Söz verip verip duruyorum
Bir değil bir çok
Olan biten bu işte
Benimle doğrudan ilgisi olan şeyler
Hikayeler işte
Bir zamanlar bizden yana olan şeyler
Öyle alışkanlık olmuş
Yine başladım işte!

4 Eylül 2014 Perşembe

Yaşayan Yükler!

Hepimizin yaşamında kaldırmayacağı yükleri olmuştur. Hani çok sevdiğimiz insanlar göçüp gider, ona bir nebze alışırız da, ya alışamadıklarımız! Kaldıramadağımız yükler vardır, yaşadıkça hep ağırlaşır, yağmur yemiş bohça gibi omuzlarımızı çökertir. Bilirsin o yükleri!

Benim halim artık hal değil

Sazıma dokunsam artık o eski saz değil
Belki de ben, o eski ben değilim
Gittiğin yol eski yol değil
Bilemem ki, hangisi benim hangisi senin
Bakışın o eski bakış değil
Ya ben körüm ya da o göz senin değil
Elalem duymuş konuşur gülermiş
Benimki o eski hal değil
O haller umrumda değil de,
Senin halin o eski hal değil
Uzaklarda ard arda uzanan dağlar gibi
Uzanıp sarılmak bir yana
Özler mi?
Bilmek mümkün değil
Gelir mi diye yolunu gözlemek bir şey değil de
Ya yitip gittiysem kalbinde
Benim halim artık hal değil!

Aynı derede yaşayan iki balık gibiyiz!

Aynı derede yaşayan iki balık gibiyiz. Suyumuzu ayırmaya, içtiğimiz suyu kıskanmaya çalışıyoruz. Mevsimler geçiyor dere değişmiyor, biz büyüyoruz yaşlanıyoruz. İçtiğimiz su aynı, yaşadığımız dere aynı.Derenin taşları aşınıyor biz de yaşlanıyoruz. Sanki derenin umrunda bütün bunlar. Senin olmayanın seninle ne kadar işi olabilir. Sanki derede biz olmasak dere akmayacak, kıvrımlar yapıp coşup keyfini çıkarmayacak. Muhtaç olduğumuzu paylaşmak gibi birşey tabiatımızda var. Ama seninle ilgisi yokken durumun bu kaygı neden? Birgün akmazsa dere paylaşım ne olacak? Aynı derede yaşayan kurbağa olsak da farketmiyor çoğu zaman durum. Kendini müziğin coşkusuna vermiş sevgililer gibiyiz aslında. Bu müzik benim diyor muyuz? Melodilerin nehrine bırakmışız kendimizden geçiyoruz. Ha biz aynı derenin ha aynı melodilerin balıklarıyız! Nedir bu paylaşma, sahiplenme çabası. Ne dere senin ne melodiler!

3 Eylül 2014 Çarşamba

Bandırmasına!

"Top benim arkadaş! oyuncuları istediğim gibi seçerim!"
Çocukluğumuz en önemli tutkularından birisi futbol oynamak, top peşinde koşturmaktı. Futbol lafından daha çok "hadi maç yapalım" şeklinde ifade ederdik. Köy yaşamı işte, olanaklar çok kısıtlı. Çikolata olarak Bakkal Memet'te tadella, gofret ve eti puf vardı. Ayrıca şeker sucuğu veya "bandırma". Ancak bandırma büyüklerin bahse girdiklerinde kullandıkları tatlıydı. Neyine? bandırmasına! Köy şartları dedik ya, top olarak adi plastikten yapılmış toplar satılırdı. O topu bile almak bazen pek mümkün olmazdı. Alsak da çok çabuk patlar küçücük kalır, oyun zevki vermezdi? Başkasının plastik topunu kazara sen vurduğunda patlatırsan vay haline, çoğu zaman sana ödetilirdi.
Meşin futbol topu tam bir hayaldi tabi. Bir arkadaşın babası meşin top almış, arkadaş kucağında topu gezdirip duruyor, yere vurmaya, tekmelemeye kıyamıyordu. Bir kaç gün öyle gezdirdiğini hatırlıyorum, biz de ara ara dokunabiliyorduk yani. Daha sonraki günlerde bizden gizli evin önünde kendince ufak ufak ayağıyla oynadığını görüyorduk. Ama bizi farkedince hemen kucağına alır veya topu saklardı. Meşin top bu! Bize oynatmıyacağını anladığımızda rutin oyuncaklara devam ediyorduk. Çellik çomak, bilye filan işleri. O arkadaş ta kendi başına sıkılır topunu bırakır bize katılırdı. Ama aklı hep topundaydı. Tabi bizim de. Birgün nasıl olduysa maç yapma durumu oluştu. Biz de meşin topla oynayalım diye ısrar ettik. Arkadaş "tamam dedi, ama oyuncuları istediğim gibi ben seçerim". Çaresiz evet dedik. Maç başladı. O top başkalarının ayağına değdikçe içi gidiyordu, ama sonuçta maç zevki baskın geliyordu. Ancak, kuralları değiştirdi. Kendisine sert girilmeyecek, kendi oyuncuları tüm pasları ona atacaktı. Karşı takıma kendisi faul yapabilir, ama kendisine dokunulduğunda faul olurdu. Bütün faulleri o kullanacak! Tabi öyle olmayınca da kızar "valla topumu alıp gidicem" diye tehdit ederdi. Yalandan bir penaltı durumu oluşturur, kendisi kullanır, gol olmazsa yeniden kullanmak için bin türlü bahane üretmeye çalışırdı. Karşı takım kazara gol atar maçı kazanma eğilimi gösterirse, oyuncu değiştirir maçı lehine çevirirdi. Canı sıkılsa alır topunu gider maç kendiliğinden biterdi.
O meşin top adamı hem kral hem de herkesin canını sıkan biri yapmıştı. İlerleyen yıllarda meşin top ucuzlayıp yaygınlaşınca o krallık kendiliğinden sona ermişti.
Köyde krallığı devam eden hep "bandırma" oldu, hala da öyle. Nesine birader? Bandırmasına! Ama cevizlisine ha!

31 Ağustos 2014 Pazar

Yaşamlar paramparça!
Hikaye nasıl anlatılır bilmem, ancak ölümle ölenin bütün hikayesi biterken geride kalanların anılarında silikleşerek kaybolur, bütün hikayeler. Alınan nefesler tükenince geride kalanlara, yeni doğanlara nefes olur, herkes kendi hikayesini yaşasın diye. Birer ikişer çekilirken dünyadan ateş düştüğü yeri yakar derler ya hani, nefesi yakından hissedenler acıyı en fazla. Kulağına sesinin fılsıldandığı sevgili, aşkı asıl acıyı hisseder. Kafa gider, tüm aklı duygular esir alır. Delirmek istersin, bağırmak, ama bazen de hep susmak. Herkesin ağlamasını istemek kadar ileri gidersin.
Teyzem öldü!
44 yıllık yaşamımda en sevdiğim insanlardan biriydi. hani teyzem olduğu için değil de, o yumuşak bakışları, tatlı dili. Bakışlarıyla gözleriyle severdi insanları, bizleri. Herkes için böyle insanlar kendi hikayelerine girmiştir elbet. Anlarsınız işte, öyle birşey.
Bir de anamın kardeşi olunca, ablası olunca hikayeler derinleşir, özelleşir, hemhal olursun. Nedense ben insanların şimdiki halleriyle değil de geçmiş çocukluk gençlik yıllarını merak eder, öyle onları düşünmek, hikayelemek isterim. Belki de kendim de öyle istediğim, o yıllara, yaşlara özlem duyduğum için.
Anama baktım ağlıyor mu diye! Gözlerinde hiç yaş yoktu! Yıllar önce dayım öldüğünde de ağladığını görmemiştim. Yıllar önce genç teyzem öldüğünde de ağlamamıştı. Dedem göçüp gittiğinde de. Ama eve dönünce, evine dönünce gizli gizli göz yaşı döktüğünü görürdüm. Dışarıda hep içine akıttığını öğrendim. Gerçeği gülerek de olmasa da kabullenen hali vardı.
Teyzem öldü!
Dediler ki, ikindinden sonra toprağa verilecekmiş. Öyle oldu. Hayat arkadaşı abimi aradım, evinde aradım. Bir odadan çıktı. "Hasanım beni sen götürür müsün" dedi. Koluma girdi, yürüyecek hali yoktu. Arabaya bindirip destek oldum. Şaşkın dı. Gerçeği kabullenmiş gibi görünüyordu sadece.
Bilirsiniz. Yaşamda, son dakikaya kadar ölmeyecekmiş gibi davranır insanlar. Durumu kabullenen çok az insan vardır. Oldukça ilerlemiş yaşlarına rağmen yaptırdıkları yayla evine çeki düzenle uğraşıyorlardı sondan iki gün önceye kadar. Olan oldu, göçüp gitti.
Geriye kalan paramparça bir hikaye!
Evlatlar karar verdiler!
Yaşamlar karar verdiler ki, yaşamlarının şekillendiği topraklardaki, son dakikaya kadar uğraşıları olan dünya işleri satılığa çıkarılmış. Hikayenin devam ettiği eş alınmış evlatların yanlarında misafir edilecekmiş.
İşte yaşamlar böyle dostlar. Bu hikayede kötü olan birşey yok. Gerçekler var.
Senin olan senin değil. Benim olan benim değil. Yalnız kalırsan herşey boş gibi gelir. Anlamsızlaşır. SOndan iki gün önce gördüğüm teyzem, abimin evde olduğunu birşeyler okuduğunu söylüyordu. İki gün sonra o mekanlar artık anlamsızlaşmıştı. Teyzem için değil de...
Tarümar olan yaşamlar, kabullenilmesi zor olan hikayelere dönüşüyor hep. Tohum filize, filiz gövdeye, gövde meyveye tohuma dönüşüyor. Dön dolaşş herkes sırasını savıyor, geride giderek silikleşen, ziyaretinin azaldığı hikayelere dönüşüyor yaşamlar.
Ne doğduğumuzdaki mutluluktan haberimiz var, ne de göçüp gittiğimizdeki acılardan!
Ruhu şad olsun!


30 Ağustos 2014 Cumartesi

Kafamız karışmasın diye!

İçinden çıkamadığın anların olmuştur elbet. Çok aç iken önüne sevmediğin bir yemek konuldu mu? Diyeceksin ki lokantaya git seç. Her zaman lokanta tercihi de olmayabilir yaşamda. Fakirlikten değil hani, eve gitmek zorundasındır, bilirsin, belki. Önüne tercihi zor seçimler gelmiştir elbet. Hepsi seçeneği mi aradın, veya hiçbirisi? kafan karışık veya. Yaşam bize karmaşık şeyler sunar aslında. Tercihleri sana bırakır gibi görünür. Alın yazısı, kader gibi şeyler değil de, beklediğin hissettiğin şeymiş gibi olur seçimler. İyisiyle kötüsüyle. Hani hayırlısı olsun dersin. Tercihlerini "hayırlısı olsuna" havale edersin. Karmaşık işleri hep havale ettiğin gibi. Hani gerçekten yaşamda ne kadar durumu kendin tercih ettin? Herkes kendi tercihini yaşar deriz, ama her daim öyle olmuyor. Bazen çevren, bazen ailen, bazen arkadaşın, bazen sevgilin, karın seçiyor, senin yerine. Yanlış olduğunu bile bile tercih etmek tercih midir? Kafanın karışması hep bundan. Bazen kimseyi görmek istemeyip de daha önce gitmediğin bir kafeye gidip kahve içmek gibi saçma bişi. Derdini sigaraya biraya anlatmak gibi, tercih ettiğin yatırlar var. Kafan hep karışık, benim de öyle. Kaygılar çok yaşamda, mutluluklar da. Hangisi çok deme, daha da karışır. Kafana göre takıl derler, takma bişeyi, ziktir et derler. Tavsiye ederler. Kafa karışık olunca ona nasıl takılacaksın, takmayacaksın? Ziktir edersin, artık eskisi gibi olmayacak filan dersin. Köşeyi dönünce sevmediğin ot dibinde biter. Olsun salla gitsin derler. Kafa karışıtırıcı şeyler bunlar. En çok da insan ilişkileri kafamı karıştırır. Hani sevda aşk cinsinden olan şeyler değil de, dostluklar karıştırır. Yaşamın boyunca birçok dostun olmuştur. Şimdi nerdeler, veya sen nerdesin? Dostluklar da geçicidir, biz evladiyelik bilirdik. Dost edinmeyelim mi diye sorar kafa karıştırırlar. Edinelim de, takmayalım dersem, olduğu kadarıyla desem, ne dersin? Kediler gibi olmak istiyorum, kafam karışık olsun istemiyorum. Kafama göre takılmak istiyorum. Kedinin boşvermişliğini, gırtlağına kadar göstererek esnemesi gibi yaşamak istiyorum. Acaba kafam karışmaz mı? Sanırım herşey doğum travmasında. Rahimden çıkıp, güneşi görüdüğümüzde kafamız karışmaya başladı. Oyuncağımızı diğer çocuk almaya kalkışınca, emziğimiz ağzımızdan alınınca karışmaya başladı. Cinsel organlarımız gelişip, hormonlara esir olunca düğüm oldu, çözebilene helal olsun. İş, aşk, eş, çocuk filan deyince kördüğüm oldu. Bir de insan dediğimiz çok hücrelinin menfaat düşkünlüğü, sapkınlığı, doymazlığı kafamızı karıştırdı. "Kaçsam bırakıp senden uzaklara gitsem" şarkısı hangi kafa ile bestelenmiştir? "Kimseye etmem şikayet ağlarım ben halime" derken kafa nerelerdeydi dersin? Herşey o güneşi görmekle ışığı görmekle başladı. Kimse tavsiye beklemesin. Ne halimiz varsa görelim. Sadece bir küçük şey söyleyebilirim. Sevdiğin zaman ama çok sevdiğin zaman, az değil, kafan iyi oluyor, karışmıyor. İnan bana. Sevgiyle kafayı karıştırmak gerçekten iyi geliyor.
Uzakları yakın eder mi seni düşünmek!
Bilmem!
Beni aklından geçirir misin, ara sıra dalar mısın?
Bilmem!
Virane olmadan, geç olmadan
Gelir misin, hep kalır mısın?
Bilmem!
Gönlümü hep hayal ile avutsan da
Bu kış benden geçer mi?
Bilmem!
Taşları tozlanmış yıkık bir virane eyledin
Bir haber göndersen
Bir tebessüm olur mu yüzümde?
Bilmem!

29 Ağustos 2014 Cuma

Gece
Seni beni örten gece
Ruhumuzu çıplak bırakan gece
Görmesem de gözlerini
Dokunmama hissetmeme izin veren gece
Fısıltını duymama izin veren gece
Arsız sevişmeleri gizleyen gece
Arsız yüzleşmeleri gizleyen gece
Sonu aydınlığa çıkan gece
Birçoğu bir an önce bitsin derken
Çoğunun hep örtmesini istediği gece
Kendimle yüzleştiğim, yalanlarımla yüzleştiğim gece
Hayasız sezgilerini ortaya çıkaran
Koklamama izin veren gece
Kimi bitsin
Kimi bitmesin dediği gece!
Herkes çoçukluğunu özler mi bilmem! Nice güzel anlar mutlu anlar yanında, en derin acıların yaşandığı hikayeler de vardır. Benim de hem acı hem de çok mutlu olduğum ve hatırladığım çocukluğum oldu. Bugün o acılar her yaşta daha bir acı olurken, mutlu anlar da geri gelmeyecek olmasından acılara bürünür gibi oluyor. Garip duygular yaşanıyor kalbimde. Genç yaşlarda hep ikilem yaşarken yaşlandıkca bu ikilem tekdüzeliğe geçiyor. Acılar mutluluklara mutluluklar acılara harman oluyor ortası birşey çıkıyor. Yaşarsam ileriki yaşlarda neler hissederim bilmiyorum. Hep hayallerimle yaşadığım bir çocukluk hatırlarken, hızla geçsin istediğim zamanların geri gelmeyecek olması kalbimi acıtıyor. Çocukluğumu geçirdiğim yerlere yaptığım ziyaretlerde bu hisler daha da bir depreşiyor, mutluluktan daha çok hüzne kapılıyorum. Doğru mu yapıyorum biliyorum. Belki benim yapım bu, herkes böyle değildir mutlak. Köye pikniğe gelmiş bir aileyle değiştiğimiz "yufka ekmek" ile "somunu" hatırlıyorum. Hergün yediğini yemek, hergün oynadığını oynamak, yürüdüğün yolları yürümek istemezsin bu yaşamda. Veya değişiklik yapmak yaşamın ruhunda var. Herkesin hikayeleri vardır; kendince mutlu anılar, kendince acı hatıralar anlatan. Köyde yaşam ile şehirde yaşamın farkını bilmedim çocukluğumda. Biz öyle küçük yaşta bahçe tarla işlerinde, inek keçi peşinde koştuk. Ağaçlara çıktık sincap yakaladık, tuzak kurup kuşlar yakaladık, öğretmenimize Sümbül demetleri götürdük kırlardan. Ama sevdik onları. Babalarımız bizi uzaktan severdi. Alıp da dizine koyup, kucağına alıp sevmediler. Biz küçük kardeşlerimizi bebekken severken gördük babalarımızda. Sevmediklerinden değil hani de, bilemedik işte neden! Analarımız sevdi, dokunarak sevdiler. Herkes çocukluğunu özler mi bilmem. Ben özlerim acısıyla tatlısıyla. Şimdi babama bakıyorum öpmek sarılmak istiyor gibi halleri var. Kocaman adam olmuşum, yapamıyor tabi. O da çocukluğunu özler mi bilmem. Ama benim çocukluğumu özlediği belli. Çocuk olsa da havaya atsam, öpsem koklasam der gibi bakıyor.
Tozu dumana katıp koşmak
Gamı tasayı bilmeden koşmak
Hep koşmak, koşmak isterim
Şekeri dondurmayı bilip de
Yarını bilmeden, ölmeyi bilmeden
Hesapsız kitapsız koşmak
Hep koşmak, sadece koşmak isterim!
Aşkı, sevdayı, özlemeyi bilmeden
Hasreti, hüznü tatmadan
Hep koşmak,
Tozu dumana katıp koşmak isterim!
Meğer
Meğer kalabalıklar içinde yalnızmışım
Dertsiz sandığım başım sızlar dururmuş
Söylermiş bilirmiş elalem
Farkında değilmişim eyvah!
Meğer hayalmiş yaşadıklarım
Yanmış küle dönmüşüm
Haberim yok eyvah!
Gülerken ağlarmışım ben bende değilmişim
Görürler, gösterirlermiş
Bilmezmişim eyvah!
Meğer akıl başta değilmiş
Yanmış gönül kapılmış fırtınaya
Haberi yokmuş eyvah!
Herkes bilirmişte O bilmezmiş
Bilmezmiş eyvah!
Yedi renk yaşamak istiyorum!
Gözlerinde bulamadığımı sözlerinde nasıl bulayım?
Belki nağmelerindeki yedi rengi duymak istiyorum
Teninde bulamadığımı kalbinde nasıl bulayım?
Yedi rengi giysilerinde görmek istiyorum!
Gecesinde bulamadığımı sabahında nasıl göreyim?
Belki boyarsın diye heyecana kapıldım hep
Kaleminde bulamadığımı dilinde nasıl bulayım?


"Evet" ile "hayır" arasında bir sürü söylemin olduğu bir toplumda yaşıyoruz. Birisinden bir ricada bulunursun alacağın cevap o kadar çoktur ki; "Bakarız abi", "hele bir yarın olsun abi", "bi düşünelim abi", "duruma göre hallederiz abi", "ayıpsın abi", "lafı mı olur abi", hayırlısı olsun abi", "hayırlısıysa olsun abi", "şimdi biraz işim var sonra konuşuruz abi", "meşguldüm bakamadım abi", "olursa bak senin için yapıyorum abi"...söyleyeceğin iki şey var aslında; ya "evet" ya "hayır". Bu da amman kimseyle kötü olmayayım ruh halidir!

Şehre veda

Artık gitmek gerek bu şehirden
Şehire veda, herkese veda
Sevgiliye veda sevmeyene veda
Ne huzura ne kavuşmaya 
Veda etmeli öylece bırakmalı
Sofrayı kaldırmadan
Radyoyu kapatmadan
Boyasız ayakkabılarla yol almalı
Veda etmeli bu şehre
Kaygısızca, mutluca!
Akıllı evler, Rezidanslar! Oturduğun yerden perdeyi filan kontrol et. Diğer tarafta varoşta oturanlar, buzdolabı gibi temel ihtiyaçlar için enerji harcayan toplum. Efem param var enerjiyi lüks harcarım kime ne diyenler. Öyle olmuyor canım, aynı derenin, hani o senin benim olmayan derenin suyunu kullanıyoruz, aynı zehirini kokladığımız termik santrali kullanıyoruz. Kaynaklar ortak geleceğimiz. Kilowatt saat başına lüks tüketenlerle Varoştaki buzdolabına ödenen enerji parası aynı olamaz. Sınırsız enerji harcama lüksü olamaz. Eğer lüks kule yapıyorsan ihtiyacı olan enerjinin bir kısmını kendi olanaklarıyla sağlama şartı getirilmeli (güneş panelleri filan).
Bir insan düşünün; hiçbir eğitim almamış, köyde kırsalda yaşıyor, ömrü boyunca dağlarda uygun ağaçlara erik elma aşılıyor, oralara üzüm filan dikiyor! Sebep; oralardan gelen geçen yesin, kuşlara böceklere yabanıl hayvanlara yiyecek olsun! güzel Anadolu böyle doğa dostu insanlar yetiştirmiş! Örneğin Bizim köyden Kerim Mustafa! Allah rahmet etsin!
Ah!
Ne gönlüme kul ne sevgime muhtaç!
Yar senden geçtim de geçtim!
Gülen yüze muhtaç, tatlı dile vesselam!
Ah!
Yar sineden uzak 
Uzak ta uzak
Gül yüzlü güler yüzlü
Ya sana kısmet, 
Yar bana kısmet!
Ah!
Bin derd ile ders ile
Sözümde sözünde
Ne teninde ne nefesinde
Ya sana kısmet,
Yar bana kısmet!
Ah!
Tele dokunmayan mızrab
Yüreğe dokunmayan ses!
Yüreğini ezmeyen yay!
Ya sana kısmet,
Yar bana kısmet!
Ağlamak mı istersin 
Yoksa aynı anda gülmek mi?
Söyle!
Oldu böyle anların değil mi?
Olmadıysa mutlak olacak!
Birer birer gider en sevdiklerin 
Ve hatta nefret ettiklerin
Ama giderler! Farkedersin! İlla!
Ve hatta nefret ettiklerin!
Yok sayamadığın!
Sevdiklerin
Ve nefret ettiklerin!

Vay!

Vay!
Çok severmiş! Vazgeçmezmiş!
Kulağa hoş geliyor!
Gönüle nafile!
Vay!
Güya ölürmüş! Kahkahalı Azraille!
Güya gözlerinde erirmiş bakınca! 
Kulağa hoş geliyor!
Vay! Vay!
Yolunu gözler, kem gözleri tarümar edermiş!
Bir de imambayıldı yaparmış ki
Sorma!
Vay! Ki vay!
Sevişmek yasaktır bize, aşktan anlamadığımızdan değil; 
Dokunmak yasaktır bize hissetmediğimizden değil, 
Öpüşmek dahi yasak bize, kendimizden geçemediğimizden değil; 
Sadece özle, sadece bak, gözlerime; kırma vazgeçme yasaklardan; hoyrat olma!
Kalbime gir sadece, işte onda yasak yok
Koyver! gerisi farzet ki yasak!