20 Eylül 2014 Cumartesi

Unut gitsin!

Tepeden aşağı doğru koşmaya başladım. Ayağımda bir yanı delinmiş bir ermenek ayakkabı. Aşağı doğru vurdukça çelimsiz bacaklarım altı terleyen ayaklarım kayıyor, parmaklarım eziliyor. Hava sıcak, ağustos böcekleri tiz nevadan ötmeye başlamışlar.Önüme çıkan büyük taşları atlayarak, kah sağa kah sola basarak koşuyorum. Neden kaçıyorum, neden koşuyorum ki diye bir taraftan düşünürken, bir taraftan da korkuyorum. Bedenimin sağından geçen yumruk büyüklüğündeki taş hemen az ilerime düşüyor, daha da hızlanmak için olanca gücümle çelimsiz bacaklarıma yükleniyorum. Aklıma neden güçlü olmadığım gibi şeyler geliyor. Dönüp karşısına dimdik durup göğüs gerebilecek kadar neden güçlü değilim? diye hayıflanıyorum. Ama korkuyorum. Hala kovalıyor mu diye merak edip arkama dönüp bakacak, duracak cesaretim bile yok. Önümden kaçan kertenkeleler, zıplayan çekirgeler, çoban aldatan kuşu! Hepsini çok sevdiğimi filan söylemek istiyorum, daha bir yakınlık kuruyorum onlarla. Başımın üzerinden geçen taş hemen önüme düşüyor ve bir kertenkeleyi parçalıyor. Başımı parçalardı bana vursaydı diye hayıflanırken ayağımda zaten gevşek duran ayakkabı çıkıyor ve bir ayağım yalın koşmaya devam etmek durumunda kalıyorum. Ayağıma batan dikenlerin haddi hesabı yok. Çelimsiz bacaklarıma bir de dikenlerin acısı eklenince iyice takatim düşüyor. Koşmaya devam ediyorum, korkudan, büyük korkudan. Bayır bitip bir yola dönüyorum ki, karşıdan bir adamın geldiğini hayal meyal hatırlıyorum. Arkadaki ses bağırıyor, İbrahiimmm, tut o çocuğu, sakın bırakma! Adamın dar yolda beni yakalaması çok kolay. Can havliyle kendimi yolun sağındaki tarlaya atıyorum. İri iri çaltı dikenleri ayakkabısız ayağımı parçalıyor, zaten yorulmuş bacaklarım artık zayıf bedenimi taşıyamıyor. Bir de üzerine bu çaltı dikenlerinin acısı, akan kanlar takatimi bitiriyor. Arkadan gelen ses devam ediyor, biraz daha yakından. İbrahiimmm tut, iyi yakala ha, bırakma! Sekmeye başlıyorumi hızım iyice azalıyor, nefes nefese kalıyorum. Artık aklımdan neler geçiyor neler. Yiyeceğim tokatlar, belki yumruklar, tekmeler. Önümden geçen kertenkeleye bakıyorum ve ona dönüşmek istiyorum. Ayağıma batan çaltı dikeni olmak istediğimi de hatırlıyorum. Ama yığılıp kalıyorum. İbrahim denen adam sıkıca beni yakalıyor ve bağırıyor; bırak beni diye yalvarışlarım kar etmiyor. Yakaldım gel gel! diye sesleniyor. Ölmek istediğimi filam hatırlıyorum. Beni teslim etmese, karşı koysa diye İbrahim denen adama yalvarırcasına bakıyorum. Aklıma ayağımdan çıkan ayakkabı geliyor, ayağıma bakıyorum kan revan içinde kalmış. O sevmediğim lastik ayakkabı gözümde o kadar değerli hale geliyor ki. Bi çıkmasaydı ayağımdan diye hayıflanıyorum. Beni hayatta yakalayamazdı diyorum içimden. Teslim oldum. Sinirimden mi korkumdan mı bilmem, diğer ermeneği de ayağımdan fırlatıp attığımı hatırlıyorum. Kolumdan tutan gücün beni yere çarptığını, sürüklediğini hatırlıyorum. Neden sevmiyor da dövüyor diye filan şeyler aklımdan geçiyor. Tepeye doğru sürüklenirken ayağımdan çıkan lastik ayakkabıyı az ilerde görüyorum. Herkes için, dışardan bakan için sıradan birşey aslında benim halim filan gibi şeyler düşünüyorum. İçimdeki çelişkiler öyle başlıyor işte. Sevilmek isterken kolumun kırılırcasına çekiştirilmesi, başımın üzerinden geçen öldürücü taşlar filan. Hep çelişkiler var. Başkaları için taştır sadece. benim için kalbime saplanan ucu zehirli hançer gibi. İşte zaman geçiyor, konuşamıyor söyleyemiyorsun. İşte zaman geçiyor o lastik ayakkabılar aklına geliyor insanın, saçma bir şekilde. Dağ bayır çaltı dikeni karşına çıktığında işte öyle sağından solundan geçen "sevgi" taşları geliyor insanın aklına. Saçma sapan şeyler işte. Unut gitsin. Ah o lastik ayakkabı çıkmasaydı ayağımdan. Ah bacaklarım neden çelimsizdi ki! Çocukluk halleri işte deyip geçemeyiş kocaman bir çelişki oluşturur kafanda. O bişey değil de sevilmekten çok dövülmeyi hatırlamak bazen çok koyuyor insana!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder